EDEBİYATTA SADELEŞTİRME KATLİAMI
Kadir Filiz’in haberi
27.12.2007-haber7com
Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanının 1928 baskısından iki cümle: “Yahu küçük hanım, şu kızı kandırıp Müslüman edelim… Sevaplı iştir…” (sayfa 62); “Allah sana da, ona da Hak dininde can vermek nasip etsin.” (sayfa 66). Aynı baskıdan iki cümle daha: “Yaz kızım, yaz… Hem dinini seversen, benden de selam yaz…” (sayfa 152), “Gelir gelmez dua edersen daha makbule geçer” (sayfa 176). İlk iki cümleyi bugünkü baskılarda göremiyoruz. Diğer iki cümle ise günümüzde bu eseri basan tek yayınevi olan İnkılap Yayınevi’nin baskılarında şu şekilde değiştirilmiş: “Yaz kızım yaz ve beni seversen benden de selam yaz.” (sayfa 139) ve “Gelir gelmez Zeyni Baba’yı ziyaret edersen daha makbule geçer.” (sayfa 165)
Sadeleştirme adı altındaki edebî katliamlar bir yana, yukarıdaki değişiklikleri, dildeki sadeleştirme ve yenilenmeyle açıklamak mümkün mü? “Dini sevmenin” yerine “bir şahsı sevmek” veya “kendisine dua edilen Allah’ın” yerine “Zeyni Baba’nın” konulması metni daha mı anlaşılır kılıyor acaba? Bu değişikliklerin sorumlusu kimi zaman vârisler, kimi zaman yayınevleri, kimi zaman da ‘işbilir’ editörlerdi. Telif hakkı sona eren eserlerde bu sorun daha da aşikâr.
SADELEŞTİRMEYLE ÇİFTE TAHRİBAT
Çoğu ülkede geçerli telif kanunlarına göre, ölümlerinden 70 sene sonra yazarların telif hakkı sona eriyor. Yayınevleri de anonimleşen eserleri yayımlamayı diğerlerine göre çok daha cazip buluyor. Yayınevlerinin bastıkları kitaplardan, eserlere istedikleri şekilde müdahale edebilme hakkını kendilerinde gördükleri anlaşılıyor maalesef.
Yapı Kredi Kültür Yayıncılık’ın çıkardığı Ahmet Haşim kitaplarını yayına hazırlayan yazar Yard. Doç. Dr. Nuri Sağlam, sözde sadeleştirmelere tepkili. Ahmet Haşim’in eserlerinde geçen, günümüz okuyucusu tarafından bile kolayca anlaşılabilecek “nazaran, sihirli, gına, müstakil, kayınvalide…” gibi kelimelerin, yeni baskılarda “göre, büyü, usanç, ayrı, kaynana…” şeklinde sadeleştirildiğini belirtiyor. Nuri Sağlam, bu mevzuda gelecek kuşaklar için kaygılanıyor: “Basılan bu eserlerin hiçbirinin adlarından başka Ahmet Haşim’e ait bir yanı kalmamıştır artık. Sadeleştirme işlemi hem edebî eseri hem de sanatkârı katleder. Nitekim Haşim’in de sadece adı kalıyor yeni kuşaklara. Eserleri bir bir yok oluyor.”
VÂRİSLERİN ELİYLE MÜDAHALE
Yazar vârislerinin bizzat kendi elleriyle yaptıkları veya yayınevlerine izin vererek yaptırdıkları sadeleştirme ve kıyımlar, metin darbelerinin boyutunu daha da büyütüyor. Cemil Meriç’in külliyatına oğlu Mahmut Ali Meriç’in müdahaleleri söz konusudur. Oğul Meriç’in babasının eserlerini yayına hazırlarken yaptığı değişiklikler, kolay kolay sindirilebilecek cinsten değildir.
Benzer akıbet, Refik Halid Karay’ın da başına geldi. Karay, Türkçenin tüm cilvelerinin iplerini elinde tutup bunu eserlerine bir musiki ahengiyle aksettiren nevi şahsına münhasır bir yazar. Refik Halid Karay’ın kitapları günümüzde İnkılâp Yayınları’nca oğlu Ender Karay’ın sadeleştirmeleriyle yayımlanıyor.
Ender Karay, kitapların başında geçen notta sadeleştirmelerin sebebini ve ‘derecesini’ şöyle belirtiyor: “Yılların getirdiği dil değişimi gereği; günümüz yaygın Türkçesine, ılımlı olarak uyarlanmıştır.” Fakat oğul Karay’ın yaptığı sadeleştirmeler bir yana bu değişikliklerin kendisinin iddia ettiği gibi pek de ‘ılımlı’ olmadığı anlaşılıyor. Mesela 1940 yılında Semih Lütfi Kitabevi’nin neşrettiği Gurbet Hikâyeleri’nde geçen “taklit, nefer, mühim, tasdik etmek, vaat etmek, vaka…” gibi günümüz Türkçesinde bile sıkça kullanılan kelimeler, yeni kitaplarda “sevecenlik, benzetme, er, önemli, doğrulamak, söz vermek, olay…” şeklinde değiştirilmiş. Bu müdahalelerle Refik Halid Karay’ın okuyucuya verdiği edebi zevki hissetmek gayet güçleşiyor.
Yazar Refik Halid Karay’ın 88 yaşındaki oğlu Ender Karay, sadeleştirdiği kitaplar için şu an pişman. Kendisinin sadeleştirdiği kitapların, özellikle Bir İçim Su’yun içine hiç sinmediğini itiraf eden Ender Bey, 1980’lerde cereyan eden Türkçeleştirme hareketleri yüzünden böyle bir işe kalkıştığını anlatıyor: “Adeta ‘değiştirmesen basmayız’ gibi bir şey oldu. Bu benim takdirim değildi ama…” Sadeleştirmeleri kendisinin bile beğenmediğini, bundan sonra asıl metinlerin basılacağını ve bazı kelimelerin anlamlarının dipnotla verileceğini müjdeliyor.
NAMIK KEMAL’E SİNEMA SEYRETTİRMEK!
Hüseyin Rahmi Gürpınar hayranı edebiyatçı Selim İleri, bu değerli eserlerin genç kuşaklara ulaştırılabilmesi için dildeki değişimden ötürü sadeleştirmeleri zorunlu görüyor. Fakat eserin yazıldığı dönemin özelliklerini kaldıran, dildeki geçmiş zamanın hususiyetini vermeyen aşırı sadeleştirmeleri çok tehlikeli buluyor. İleri, ehil olmayan kişilerin çok büyük hatalar yaptığını belirterek şöyle bir anısını anlatıyor: “Sadeleştirme yapanlar işin içinden çıkamadıkları vakit, yerine yazarın yazmadıkları cümleleri ekliyorlar. Mesela metni sadeleştirilmiş Namık Kemal’in İntibah romanında ‘her şey roman kahramanının gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti’ gibi bir cümle var. Tabii o devirde sinema yok. Buna benzeyen çok büyük hatalar da olabiliyor.”
* * *
ESERİ ÖZETLEMEK
Bir de bazı eserlerde görüyoruz, birçok bölüm çıkartılarak adeta özet halinde yayımlanıyor. 400 sayfa olan kitap 200 sayfaya indirilerek yayımlanıyor. Kitap, edebi eser olmaktan çıkıyor. Aynı tadı, aynı zevki hatta aynı anlamı vermiyor. Kitap başkalaşıyor. Kitap özeti yapılamaz mı? Elbette yapılır. Ancak bu yeni bir kitap olmaz, rapor olur. Zaman zaman bazı kitapların önemli mesajlar veren satırların altını çizerim. Bunları gazetelerde yayımladığım da olmuştur. Ama bu özet yeni bir kitap olarak basılmıyor.
Kitapların özet olarak basılmasına bir örnek:
Necdet EKİCİ
Zavallı Çalıkuşu (!)
Bir edebî eseri özetlemek, kanaryayı eti için öldürmek demektir. Sadeleştirmek ise özündeki tılsımı çalarak desensiz, motifsiz bir kilim dokumaktır.