ESER SADELEŞTİRME
Eski metinlerin güncellenmesi, sadeleştirilerek yeniden yayınlanması dile dair en önemli meselelerden biri. Yıllardır tartışılan bu meselde iki önemli husus söz konusu oluyor. Bunlardan birisi sadeleştirmeyi yapan kişinin metnin yazarı kadar dile hâkim olması gerekliliği. Aksi halde, yazarın yüklediği anlam kısmen veya tamamen değişebiliyor ve bu durum eserde telafisi zor kayıplara sebep olabiliyor. Bir diğer husus ise eserin tahrip edileceği korkusu. Öte yandan esere hiç dokunmamak da yeni neslin, eski ve çok değerli birçok eserden ayrı kalmasına sebebiyet verebiliyor.
Eserler sadeleştikçe okuyucu üzerinde etkisini kaybediyor ve bu metot okuyucuyu kolaya alıştırarak onu yeni kelimeler öğrenmekten alıkoyuyor. Böyle olunca da zaten çeviri eserler okuya okuya dili küçülen günümüz okuyucusunu Türkçe klasikler de kurtaramıyor.
Bazı yayınevleri böyle eski eserlerin hem özgün halini hem de sadeleşmiş (günümüz Türkçesiyle) halini yayınlıyorlar. Bazı yayınevleri de sadece sadeleştirilmiş halini yayınlıyor. Ayrıca orijinal halini yayınlayıp sonuna sözlük ekleyen, dipnotlarla anlaşılmasına yardımcı olan yayınevleri de bulunmaktadır.
Bir metin sadeleştirildiğinde karakteristiği kayboluyor. Açıklamalı orijinal metin baskıları daha doğrudur. Eski kullanımdan gelen kelimelerin hemen yanına parantez içinde veya aynı sayfada dipnot olarak sunulanlar da vardır.
Bu konuda bazı görüşler şöyledir:
Beşir AYVAZOĞLU (Yazar)
Elbette, sadeleştirme dilde fakirleşmeyi ve yozlaşmayı geçmişe de taşımak demektir. Türkiye’de bir süredir eski yazarların eserleri güya daha anlaşılır kılınmak için gelişigüzel sadeleştiriliyor. Sadeleştirilmiş bir metin, artık başka bir metindir. Herhangi bir yazarın sadeleştirilmiş eserlerini okursanız, onu okumuş olmazsınız. Bir yazar üslûbuyla vardır; üslûp yazarın dile ilâve ettiği hususi renktir, zenginliktir. Dil bakımından eskidiğini düşündüğünüz metinlerin genç nesillerce anlaşılmasını mı istiyorsunuz, sayfa altlarına dipnotlar düşerek gerekli açıklamaları yaparsınız. Sadeleştirmeyi yapan kişilerin ehil olup olmaması da o kadar önemli değil. Tabii ehil olmayan kişiler, işi faciaya dönüştürüyorlar. Daha da kötüsü, sadeleştirme yapılırken metne gelişigüzel ilaveler yapılması, hatta zaman zaman bazı ifadelerin ideolojik mülâhazalarla çıkarılmasıdır. Yayıncılar, dili anlaşılmayan kitapların ticarî olmadığını söylüyorlar. Kendi açılarından elbette haklıdırlar. Ama ticarî kaygılarla edebî eserleri tahrip etmek hiç ahlakî değildir. “Ne yapılmalıdır?” sorusunun cevabına gelince: Genç nesillerin kelime hazinelerini hiç değilse Cumhuriyet devrinde yazılmış eserleri okuyup anlayabilmelerini sağlayacak bir Türkçe eğitiminin şartlarını ve imkânlarını hazırlamak gerekir. Ve daha da önemlisi, üç-beş yüz kelimelik bir dağarcıkla yapılan bir okumanın hiçbir fayda sağlamayacağını öğretmek.
*
Erhan GÜNGÖR (İnsan Yayınları-Editör)
Kanaatimce, daha 50-100 sene önce eserleri bile sadeleştirme ihtiyacı duyuyorsak, bu dilimizin kısırlaştığını ve hatta soysuzlaştığını gösterir. Bunu şunun için söylüyorum. Bugün bir İngiliz 500 sene önce yaşamış olan Shakespeare’i veya bir İranlı 1000 sene önce yazılmış olan Şahname’yi rahatlıkla okuyabiliyor ve anlayabiliyorsa sorun bizde demektir. Yani sadeleştirmeye duyulan ihtiyaç, gelenekten ne kadar koptuğumuzun ve köksüzleştiğimizin trajik bir göstergesidir.
Hal bu iken, içinde bulunduğumuz gerçekliği de göz önünde bulundurarak sadeleştirmeye kökten karşı çıkmak da pek yapıcı bir tutum gibi gözükmüyor. Bu sebeple sadeleştirmeye toptan karşı çıkmak yerine, bunun niteliği hakkında konuşmak daha doğru olur. Burada aslında tüm çevirilerde karşılaşılan anlamın ve üslubun muhafazası sorunu karşımıza çıkıyor. Diğer bir sorun da üslubun muhafazasıdır. Sadeleştirme yapan şahıs klasik ve çağdaş edebiyatımıza vakıf değilse, ayrıca edebi zevkten de mahrumsa bu noktada da maalesef hüsranla karşılaşmak kaçınılmaz oluyor.
Hulasa, sadeleştirme günümüzde kaçınılmaz bir durumdur. Fakat bunu yaparken metnin anlam ve üslubunu olabildiğince korumak da elzem bir husustur.
*
Hamdi AKYOL (İz Yayıncılık-Editör)
Sadeleştirme, başarılı bir şekilde yapıldığında “gerekli” bir işlemdir. Kimi hâtırat türü eserler günümüz okuru için anlaşılabilir seviyede iken, özellikle bürokratların ve ilim adamlarının eserleri için aynı durum söz konusu değildir. Bu türden eserler, çok ağdalı bir Osmanlıca ile yazıldığından, “genel okuyucu kitlesi” dediğimiz günümüz okurunun anlayabilmesi mümkün değildir. Üslûp ve günümüze ulaşmış kelimeler muhafaza edilerek yapılmış, “telif tadında” sadeleştirmeler, çok sayıda kıymetli eserin günışığına çıkmasını sağlamıştır. Bu anlamda bir yozlaşmadan bahsetmemiz mümkün değil. Ancak, işinin ehli olmayan insanlarca yapılmış, çok sayıda “sadeleştirme faciası”ndan söz etmemiz gerekiyor. Bu tür kötü çalışmalar, maalesef pek çok kıymetli eserin zâyi olmasına neden olmakta. Hatta çok yakınlarda okuduğum böylesi bir sadeleştirmede geçen bir cümle, buna iyi bir örnektir. “Padişah kurenâsı ile sohbet etmekteyken…” ibaresinde, sadeleştiren kişi “kurenâ” kelimesini (yakın çevresi demektir) “kurna” olarak okumuş ve metni şöyle günümüze aktarmış: “Padişah hamamın kurnasında sohbet etmekteyken…”
*
Münir ÜSTÜN (Basın Yayın Birliği Derneği Başkanı)
Sadeleştirme deyince aklıma hemen “çeviri cinayettir” sözü geliyor. Aynı sözü sadeleştirme için de kullanabiliriz. Edebi bir eseri ilk yazıldığı şeklinden alıp başka bir forma dönüştürme işini eğer ehil eller yapacaksa bu çok iyi olur. Ama bugün öyle kitaplar yayınlanıyor ki, hem dilimiz hem öz kültürümüz bundan çok olumsuz etkileniyor. Bazı kitaplarda ideolojik, bazı kitaplarda dini müdahalelerde bulunuluyor ve işin içinden çıkamaz hale geliyorsunuz. Edebi eserleri sadeleştirirken aslına sadık kalınmalı ve gerekirse dipnot kullanılarak okuyucuya rehber verilmeli. Kıymetli eserlerin mutlaka çocuklarımız, gençlerimiz tarafından okunması gerekir. Sadeleştirme edebiyatı bilen, dile hâkim uzman edebiyatçı, akademisyen ve yazar tarafından yapılırsa hiçbir sorun çıkmayacağını düşünüyorum.