zamanımın tam yolunun üstünde bulunan bir kadına rastladım.
Simone de Beauvoir.
Varoluş filozofu, yazar ve siyasal teorisyen.
Kadın haklarının ünlü savunucusu.
Eseri “İkinci Cins” adeta kadın hareketinin manifestosu olmuştur. Feminizm’in kurucusu olarak anılır. Jean-Paul Sartre ile yaşadığı aşk destansıdır.
Aşklarının en büyük kanıtı Fransa’daki ortak mezarlarıdır.
Yazdığı romanları, şiirleri, makaleleri ve kitapları ile kadın savunusunun bayraktarlığını yapmıştır.
Sol, kadın, hak ve aşk denilince akla gelen öncü isimlerdendir.
*
Hayat akışını değiştiren durumu şöyle özetliyor:
“Bir gün annemin bulaşıklarına yardım ediyordum. annem tabakları yıkıyor, ben kuruluyordum. mutfağın penceresinden, itfaiye barakaları ile başka evlerin mutfakları görünüyordu. bu mutfaklarda da başka kadınlar, tavalar ovuyor, tencereleri parlatıyor, tabakları yıkıyor, sebze ayıklıyorlardı. her gün öğle yemeği; akşam yemeği; her gün bulaşık; her gün temizlik; saatler boyu uzayan bir hiçlik; hiçlikten öte bir yere ulaşmayan bir sonsuzluk. ben böyle yaşayabilecek miydim? bir yandan tabakları dolaba yerleştirirken, ‘hayır’ dedim kendi kendime. benim yaşantım, bir yerlere ulaşacak mutlak.”
*
Benim de armağanım olacaktı kendisine.
İşte dizelerim:
Bir kadın,
Doğanın renklerini üzerinde taşıyıp,
Gökkuşağının mavisini gözlerine işleyen,
Kuşların kanadı kadar özgür,
Ceylan’ın bakışı kadar masum.
Bir kadın,
Elleriyle eşelediği çukura,
Nefreti gömüp,
Ve tekrar elleriyle üstünü örten,
Sevgiyle gülümseyen,
Evrene umut saçan,
Bir sarmaşık gibi dans eden,
Rüzgarın sesine eşlik eden.
Bir kadın,
Saat yerine kuş sesleriyle uyanan,
En serin akan ırmaklarda çıplak ayak yürüyen,
Ve geceleri kendine gökyüzünü örtü yapan
Bir kadın,
Asi,
En yükseklere çıkıp avazı çıkana kadar bağırıp,
Hürriyet meşalesinin ateşini yıldızların kıvılcımıyla tutuşturan,
Uçurtmaların ipini koparıp, onları özgür göğe salan,
Bir kadın…