TÜRK BİRLİĞİ
Atatürk’ün sağlığında, Atatürk inkılâpları hakkında üniversite talebelerine ders veren, Atatürk’ün Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt, “Atatürk İhtilâli” adlı kitabında (s. 192) Atatürk’ün bir düşüncesi hakkında aynen şöyle diyor:
“Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım.”
*
HATAY BENİM ŞAHSİ MESELEMDİR
Atatürk; Türk devletinin başı olarak, sınırlarımız ötesindeki emellerinden asla bahsetmemiştir. Fakat fırsatını bulunca Hatay’ı Türkiye’ye katmıştır. 1937 yılında Hatay için şunları söylüyor:
“Hatay benim şahsî meselemdir. Keyfiyeti Fransız Büyükelçisine tâ bidayette açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında müsellâh bir ihtilâfa müncer olması katiyen varit değildir. Fakat ben, bunu da hesâba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta bu yolda binde bir ihtimal belirirse, Türkiye Cumhurreisliğinden ve hattâ Büyük Millet Meclisi azalığından da çekileceğim. Ve bu fert olarak bana iltihak edecek birkaç arkadaşla beraber Hatay’a gireceğim. Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim.” (Âkil Aksan, Atatürk Der ki, s. 128, 129)
*
ATATÜRK’ÜN CEVABI
Günlerden bir gün İtalyan Büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve huzura kabul edilir.
O zamanın muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında konuşulduktan sonra, Büyükelçi:
– Ekselans, dün Roma ile yapmış olduğum bir görüşmede hükümetimizin Hatay’ı almak istediği kararını size iletmem söylendi, der.
Odada bir an sessizlik olur. Ata Büyükelçiye bir şeyler daha ikram eder ve iki dakika odadakiler ile başbaşa bırakır.
Döndüğünde ayağında çizmeleri, üzerinde mareşal üniforması, belinde tabancası vardır. Doğru masasına gider, manyetolu telefondan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın bağlanmasını ister ve Çakmak’a:
– Paşa! İtalyan dostlarımız Hatay’a gelmek istiyorlar hazır mıyız? der.
Fevzi Çakmak durumu anlar ve,
– Biz hazırız paşam, diye cevaplar.
Ata Büyükelçiye döner ve:
– Biz hazırmışız, hükümetinize söyleyin isterlerse gelip Hatay’ı alabilirler… der.
İtalyan Büyükelçisi bu müthiş cevap karşısında süklüm püklüm salonu terk eder…
*
KIRK ASIRLIK TÜRK YURDU YABANCI ELİNDE KALAMAZ
1923 yılı Mart’ının onbeşi Pazar günüydü. Atatürk, Adana İstasyonu’nda trenden inmiş; sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları, “Yaşa varol!” sesleri arasında yaya olarak kente giriyordu.
Yarı yolda karalar giymiş bir kadın kalabalığı göze çarptı; sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı; Atatürk’ün önünde durdular. Arkalarından bir kız daha göründü ve önüne geçti. Hıçkırıklar, iniltiler ve yalvarışlarla dolu bir nutuk söylemeye başladı. Bu genç kızın kişiliğinde henüz tutsak bulunan İskenderun’la Antakya’nın Türk olan bütün halkı:
“Bizi de kurtar” diye yalvarıyordu.
Herkesin gözleri yaşarmıştı, hıçkırıklarını tutamayanlar vardı.
Atatürk’ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiydi. Genç kızın nutku bitince Atatürk’ün alnı yükseldi; mavi gözlerinde ve pembe yüzünde bir çelik pırıltısı görüldü. Her kelimesi üzerinde kuvvetle durarak:
– Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz! dedi.
On altı yıl sonra Hatay sorununun en heyecanlı günlerinde, hasta ve bitkin olmasına rağmen, Hatay’a yakın olmak için tekrar Adana’ya gitti. Dört saat ayakta durmak, birliklerin geçidini izlemek gibi olağanüstü bir dayanıklılık gösterdi. Hatay kurtuldu, fakat Atatürk’ü yitirdik.
İsmail Habib, bu konuyu şöyle bitirir:
“Hatay, Hatay! Seni kurtaran, aynı zamanda senin şehidin oldu!” (Yeniçağ Gazetesi-10 Ocak 2007)
*
HATAY VE ATATÜRK
Hatay sorununun had safhada bulunduğu günler yaşanıyordu. TBMM kürsüsünde Meclis’in açış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, bir ara sözünü keserek duraklar. Öksürür. Mendilini ağzına tutar. Mendilini ağzından çektiğinde bakar ki bir kan damlası mendile bulaşmış. O anda tam arkasındaki Meclis Başkanı’nın da mendildeki kan lekesini gördüğünün farkına varır. Oysa hastalığı ilerlemektedir ve bundan henüz kimsenin haberi yoktur. O günün akşamı Çankaya’daki mutad buluşmalarında devrin Başbakanı Celâl Bayar, Cumhurbaşkanı’na diretir:
– Seni muayene ettireceğim. Sen oldukça hasta gözüküyorsun, der.
Atatürk’ün düşüncesi kesindir:
– Olmaz… Mümkün değil… Benim hastalığım şayi olduğu zaman senin işini zorlaştırırlar. Fransızlar önüne sayısız engeller yığarlar. İşin uzamasını sağlarlar. Hele şu Hatay meselesini çözüme ulaştıralım, ondan sonra hastalığımızı düşünürüz…
Nitekim Hatay meselesinin artık Türkiye’nin istediği doğrultuda hâl yoluna gittiği anlarda Atatürk’ün hastalığının da teşhisi konmuş ve millete açıklanmıştır. Ne kadar yazık ki Hatay uğrunda kendi sağlığını bile ihmal eden Cumhurbaşkanı Atatürk, Hatay ve İskenderun’un anavatana katıldığını göremeden vefat etmiştir.
*
Türk milletinin kurtarıcı önderi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e şükran borçluyuz. Ama biz Hataylılar, Hatay davasında hasta haliyle gösterdiği hassasiyet, gayret sonucunda önce bağımsız bir Hatay Devleti oluşumuz, sonra da Türkiye’ye iltihak ederek anavatana katılışımız için iki defa şükran borçluyuz.