Bu suskunluk anlaşılır gibi değil!

1960’lı yıllara gidiyorum. Büyük katmanların altından çocukluğum çıkıyor karşıma. Yeşil Buca’dayım. Yanık Kahveler’in bulunduğu Uzun Sokak’tayız. İki katlı şirin bir evimiz, arkasında koskocaman bir bahçemiz vardı. Bahçemizde tavuk besler, günde ondan fazla yumurta alırdık kümesten. Kedimiz Boncuk, köpeğimiz vardı. Suyu kuyuya sarkıtırdık. Bahçemizdeki dut ağacından dut toplar, dallarında salıncaklar kurardık. Tüm bu olanlar mutluluğun adıydı bizler için.

Kemeraltı’na inince bayram ederdik. Dönerci Atıf’ın dönerinin tadını şimdi bile arıyorum. Fuar dönemi ailece Palmiyeler Lokantası’na giderdik. Ailece mutluluktu bizler için.

Okulumuz Çakabey İlkokuluydu. Öğretmenim Lütfü Atalay’dı. Tatil günleri Buca’nın toprak sahasında maçlar izlerdik ne olduğunu bilmeden. Annemin akrabalarından Aydın abi, sucuk ekmek satardı. Büyüklere tezgah altından şarap sunardı. Aydın ağabeyin abisi Agah abi bıçkın biriydi. Gören yolunu değiştirirdi. Akrabamız olduğu için mutluluk duyardık. Yan gözle bakan olmazdı bizlere.

En uzun yaz günleri bitmek bilmezdi. Buca’nın kuru sıcağında bağlara giderdik. Komşuların üzüm bağlarına. Atom kokoreç sevdamız yaz kış bitmezdi. Ekmeği kırmızı toz biberli, yağlı sosu nasıl da hoşumuza giderdi. Buca’daki bayramları anımsıyorum. Top sahasına bayram yeri kurulurdu. Stadyumu kullanmaz, sürekli top sahası derdik. Atlara biner, bisiklet kiralardık. Ne olduğunu bilmediğimiz şerbetleri içer, mutluluk duyardık. Küçücük dünyamızda en mutlu insanlardık bizler. Suyu kuyuda soğutur, kalıp buzlar kullanırdık, serinlemenin tadını çıkartırdık yazın en sıcak günlerinde. Yaz geceleri Şan Sineması’ndaki yerli filmleri nasıl da severdik. Gazozlar soğuktu, ama markasızdı. Yeşile çalan renksiz küçücük şişelerdeki gazozlar nasıl da mutlu olurduk. Çocuk yaşta seçim heyecanlarını yaşardık sabahlara dek. Arnavut göçmeni Muharrem amcanın ilginç konuşmasını zevkle dinlerdik. Yaşlıydı, dinçti, sağlıklıydı. Dayımın da kayınpederiydi. Evimizin neşesi kedimiz Boncuk’u da Muharrem amcalardan almıştık. Ne mutluyduk o yıllarda. Bazen keşke o yıllar geri gelse dediğim çok oluyor…

Bucalı olmakla birlikte İzmir’i, İzmirlileri, İzmir’in futbol takımlarına sevdalıydık. Her şeyiyle İzmir’i severdik. Bu sevgi bizlerle birlikte büyüdü, büyüdü, yüreğimizde kök saldı. Daha sonra deniz kenarında yaşama isteğimiz ve Karşıyaka’ya taşınmamız. Buca’ya özlemle geçen birkaç yıl. Çocukluk işte, fırsat buldukça ver elini Buca. Arkadaş sevgisi her şeyin üstündeydi. Buca, Karşıyaka, Alsancak derken İzmir sevgisi daha bir büyüdü. Güzel kentten biraz ayrılınca özlemi sarardı hemen. Toz kondurmazdık İzmir’e. Savunurduk sonuna dek. Büyürken daha bir bilinçlendik. İzmir’in geçmişini öğrendik. Daha bir sevdik. Kentimize nasıl yararlı olurduk, onun düşüncesi sardı bizleri.

Son yılarda bakıyorum da insanlar daha bir aymazlaştı. Kent nedir, ne olmalıdır? Bu sorular yanıtsız kalmaya başladı. Bencillik mi aldı başını gidiyor ne… İzmir’e laf söyletmezdik. Şimdilerde ağzını açan yok. İzmirliye söz söyleniyor, herkes dut yemiş bülbül. Bu güzel kentin ticaret odası, sanayi odası, borsası var, hepsi de susma hakkını kullanıyor. Ne güzel kentlilik bilinci, çıt çıkmıyor. Sanki “tıp” oynuyoruz. Hep başkasından bekliyoruz. İzmirli geçmişten beri haksızlığa karşı çıkmadı mı? Hasan Tahsin bu kentte yaşamadı mı? İzmir ilklerin kenti olmadı mı? Bu suskunluk anlaşılır gibi değil.

Gazeteler, medya İzmirlilik, İzmirli olmanın güzelliklerine değinilmelidir. Güzel de kaç kişi kendini gerçek İzmirli olarak görüyor. Bu şirin kent amaç mı, araç mı kendi çıkarlarımız için. Bu sorunun yanıtını içtenlikle verdiğimiz zaman kentimize daha yararlı olacağımızı unutmayalım.

İnsan kentini severse ona yararlı olur! Kentimizi seviyoruz, yararlı olmaya çalışmalıyız…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir