Giden “Sevgililer Günü”nün ardından…

Virüsün gerçekten günümüzün vebası mı yoksa küresel sermaye sahiplerinin yarattığı bir silah olup-olmadığını düşündüğümüz, bizler gibi sade insanların dünyadan zevkle geçip gidecekken hapsedildikleri bu süreçte, küçük, zararsız kaçamaklarla eski normalimize dönmeye çalışırken, virüsten hayatını kaybeden de oldu virüsü ayakta yenen de virüse hiç yakalanmayan da…

Dünya, kendi ekseni etrafında dönerken geriye dönüp kaybettiğimiz zamanı geri vermeyecek ama hüzün ve sevincin bir arada olup raflara üst üste konduğu hayatın içinde geriye kalan anıları, bir avuç mutluluğu biriktirmek gerek. O yüzden varsın ” Sevgililer Günü” gibi gereksiz bir günün kutlaması olsun.

Sonu iyi biten masallarla büyütüldüğümüz için sevgiye dair küçük detaylara takılıp, doğaya, hayvanlara en çok da insanlara olan derin bir sevgimiz var bizim…

Bağlandıklarımıza da öğle körü körüne bağlanmadık yani vardır elbet bir sebebi…

“Aşk” ise afaki (Arap Dilinde: Gereksiz) gelir bana. Âdem ile Havva’dan kalan eski bir yalan olup samanlığın seyran olmadığı bir çağda yaşayınca hepten toz duman oldu bence. Müdânasız sevgiyi hayatının merkezinde tutabilenlere, paylaşabilenlere ne mutlu…

Dünyaya gözlerini açan bir bebeğin annesi ile ilk göz temasıdır aşk!

Birinin ardından ağlamak, özlemektir aşk!

Affetmektir aşk!

Akdeniz’in sarı sıcağında çocukluğumuzun gürül gürül akan, balık kokan, dünyada güneyden kuzeye akan tek ve adı gibi “Asi” olan nehirde yüzmektir aşk! Yine çocukluğumuzda köy minibüsünden indiğimizi görür-görmez bahçedeki en besili tavuğu şanımıza hazırlanacak ziyafet sofrasına koymak için yakalamamızı isteyen dayımın narasıdır aşk! Tıpkı Emir Kusturica’nın “Çingeneler Zamanı” filmindeki gibi bir coşkuyla…

İlk defa açılıp okunacak kitap kokusu, sabahın ilk ışıklarındaki kahve kokusu, eskiden sabahları dört gözle beklediğimiz gazete kokusu, cuma pazarı kokusu, kidinya (Malta Eriği çiçeği) kokusudur aşk!

İşten eve gelirken “Anne bir şey lazım mı? ” diye arayan Hazal’ın sesidir aşk!

Tan Emre’nin gördüğü herhangi bir çiçeğin sadece kafasını koparıp avucumun içine bırakırken ki “anne gözlerini kapat” demesidir aşk!

Hikmet’e kesene bereket dediğimde ” kesemize bereket” deyişidir aşk!

Hiç elini öptürmeyen babamın uzun yola çıkacağımız zaman öptürmesidir aşk!

Sevdiğim bir şarkıya denk geldiğinde annemin telefonla bana dinletmeye çalışmasıdır aşk!

Bizi görünce kayınvalidemin baş örtüsünü düzeltmeye çalışmasıdır aşk!

Cam kenarı yapılan yolculuktur aşk!

İstanbul’dan Antakya’ya vardığımızı duyan Ali Amca’mın sevdiğimi bildiği ve evinin köşesindeki tatlıcıdan sıcacık müşebbek (züngül ) tatlısını kapıp gelmesidir aşk !

Antakya’dan köye gidince de Hikmet’in Ali Amca’sının iki eliyle yanaklarımdan tutup alnımdan öpmesidir aşk! Gürdüğü ilk anda tarladan, terli- tozlu gelmişse, elini -yüzünü yıkamadan bize yanaşmak istemeyip bizim O’na sırnaşıp otlanmaktan gelen kuzularının arasına karışmamızdır aşk!

Bir de kabuk bağladıkça soyulup atılan yara hali var aşkın. Diretmeden kabuğuyla bırakmak gerek. Aşk, yara değil merhem olmalı. Aşkına sahip çıkmak adına mücadele edenlerin yalnızlaştırılması da var. Anlamalı. Gurur bilmez aşk ama dik duruş için silah olarak taşınmalı bence…

Mutfak penceremin pervazında yaşayan, pas vermediğim zaman camı tıklatan martım Suratsız ve bahçedeki kedimiz Saksı’ya verdiğimiz merhamet de fırınından ekmek aldığım Diyarbakırlı kardeşim, askerliğini bizim Serinyol’da yapmış balıkçım, arada mayalı arpa suyu aldığım Erzurumlu bayii kardeşim, sizlerin de harcadığınız emek sevgi getirsin.!

Etrafınızdaki renkleri daha da canlandıran, gülüşü güzel, sevdasının asla terk etmeyeceği canlılar sarsın sizi…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir