Her insan istekleriyle, beynindeki molekülleri harekete geçirir ve öyle düşünür. Bu saliselerle oluşan, elektriksel bir enerji. İnsan, bir hareket yapacağı vakit, önce istek düşüncesi belirir ruhunda, sonra imajine eder onu bilincinde, sonra harekete geçirir. Kısaca her hareket, fiziksele geçmeden önce, zihinde yaratılır.
İstek düşüncesi her insanda faaldir. Doğduğu andan, öleceği ana kadar. İstek yok ise, hareket de olmaz. Bu yoldan çıkarak, her insanın istek düşünceleri farklılık gösterir. Biz buna “duyarlılık” adını verdik. Her bedenin duyarlı olduğu bir takım görünmeyen etkisel tesirler vardır. Kimi paraya duyarlıdır, kimi yiyeceklere, kimi sanata, kimi merhamete diye konuyu genişletebiliriz. İşte bu gelen tesirler, insanları harekete geçirir ve insanda bir yeteneği açığa çıkarır. İnsan da bu yeteneği sayesinde, öğrenir ve öğretir. Sonuçta, bilgi açığa çıkar. Kimi bilim adamı olur, kimi sanatkâr, kimi öğretmen, kimi iyi bir politikacı, kimi iyi bir anne, kimi bir katil, kimi bir pazarlamacı…
Kendi icatlarının kullanım kılavuzu kendi beynindedir. Fakat kendi beyninin kullanım kılavuzu yoktur. Çünkü beynini Doğanın alışkanlığı olan Morfik Alan yani Levhi Mahfuz bilimde Birleşik Alan var etmiştir. İçinde nasıl kullanacağını bilmediği bir beyni, insanın başının üzerine koyarak… Ne ilginç ki, insan hep yukarı bakmak yerine, hep ayaklara bakarak yol alır.
A’lak Suresi, 15. Ve 16. Ayetlerinde “Vazgeçmeyenleri perçemlerinden yakalar sürükleriz. O yalancı ve günahtar perçemlerinden. “ vahyedilmiştir. Ayetin devamında, “yalancı perçem” ifadesi çok çarpıcıdır. Yalancı perçem olarak bahsedilen ise, alındır, alındaki algı merkezidir, beynimizdir. Çünkü o sadece yalan olanı görmekte ve algılamaktadır. Gördüğünü gerçek zanneder ve bu durumdan vazgeçmezse, sürüklenir, sürüklendiği yer ise, ait olduğu arzdır arzın tüm çekim alanına tabi olan ve vazgeçemediği kölesi olduğu nefsidir. İşte bu insanlar yalan dünyayı gerçek zannederek, sadece nefsin kurbanı olaraktan, karınlarını şişirerek bir hayat sürenlerdir diye bahsedilir.