Eski zamanların en önemli iletişim araçlarıydı gazete, dergi, kitap ve hatta sohbet. Ama şimdi unutulmuş, küçük bir dijital araca dönmüş çocuk oyuncağı oldu.
Kitap kokusu dediğimiz bir olay vardı, şimdi ise internet paketleri, sosyal medya var. Çocuk eğer kitap okuyan anne ve baba görse, oda kitap okur ama anne baba da şimdi telefonla zaman geçirmeyi tercih ediyor. Böylece kitap kokusunu, o sayfaların verdiği duyguyu, huzuru kaybetmiş oluyoruz.
Ne yapılacağını bilende yok, önerisi olan da.
Maalesef!
Aslında yapılanacak olan çok basit. Çocuğa kitapları sevdirmeli, küçük yaştan telefon vermek yerine hikâyeler anlatmalı. Oyunlar öğretmeli.
Eskiden öyle değil miydi?
Soba etrafında toplanan ailenin bütün çocukları ve onlara hikâyeler, masallar anlatan bir nine veya dede. Ya da olmayan elektriği fırsata çeviren anne ve babalar. Şimdi elektrik kesilse çocuğun düşündüğü tek şey ‘Telefonumun-tabletimin şarjı yok, ne yapacağım ben şimdi?’ demesi oluyor. Hâlbuki bizler elektrikler kesilsin ‘Gölge oyunu’ oynayalım diye dualar ederdik. Körü körüne bağlanmışız, dijital çağın köleleri olmuşuz resmen. Biz telefonla oynuyoruz sanırken aslında telefon bizimle kültür oyunu oynuyor.
Özeniyoruz, olmadığımız kişi gibi göstermeye çabalıyoruz kendimizi. Sırf sosyal medyada diğer insanları öyle gördüğümüz için. Çünkü biz diğerleri gibi olmazsak, ayıplanırız korkusu taşıyoruz içimizde.
Kayboluyoruz yavaş yavaş. Benliğimizi de kültürümüzü de geride bırakıyoruz.
Denizin çekilmesi gibi kültürümüzden, özümüzden vazgeçip çekiliyoruz. Ufacık bir gerçekliği ve anısı olmayan bir kutuya saklıyoruz kendimizi. Kendi benliğimizi bir özenme uğruna terk edip gitme derdindeyiz.
İşin kötü yanı buna teknoloji diyoruz. Bu teknoloji değil, bir insanlığın kaybolma evresi. Hatta insanlığın yanı sıra benliğin, özsaygının kaybolma evresi. Teknoloji insanlığın sonu olacak ama biz bunu fark etmeyecek kadar kör ve sağır olmuşuz. Daha doğrusu en iyi yaptığımız ‘üç maymunu’ oynuyoruz.
Yolun sonu kötü…