Sait Faik, her şey bir insanı sevmekle başlar, der. Hele bir de insanları sevebilmenin ne yüce bir değer olduğunu anlayabiliyorsak ne mutlu bize. Hastaneler, hastaların umut kapısı. İşte o yerlere insanlar dertlerine, hastalıklarına çare bulmaya giderler. Önemli olan karşılaşacakları kişilerdir. Bir ameliyathane düşünün, içerdekilerin heyecanı bir başka, dışarıdakilerin heyecanı daha bir başka. İki tarafında morale ihtiyacı var. İlgiye, sevgiye, onun da ötesinde güler bir yüze, sevgiyle dolu bir yüreğe ihtiyaçları olduğu kaçınılmaz. Ege Üniversitesi Cerrahi Bölümü’ne işi düşenler biriyle karşılaşmışlardır. Güleç yüzü, insanın ruhunu okşayan kadife sesi, insanlara moral veren özelliğiyle bir sağlık işçisi, bir sağlık emekçisi. Bu kişi Erol Yeşil. 19 yıllık sağlık personeli. Hastane diliyle yardımcı sağlık hizmetlilerinden, daha eski deyişle hasta bakıcı, olarak adlandırılan bir güzel insan. İnsanın en telaşlı anında sevgi dolu yüreği, sevgi dolu sözleriyle insanlara çare oluyor. İnsanın gönlünü ferahlatmak için elinden geleni yapıyor. Öykü anlatıyor, özdeyişler, atasözleri söylüyor. Yaptığın işi seviyor musun, deyince, ben insanları seviyorum, morali bozuk olarak ameliyathane önünde bekleyenleri görünce sıkılıyorum. Personelimiz özel, hastane olanakları çağın ötesinde, birazcık moral gerekmez mi buna, diyor.
Erol Yeşil gibi niceleri var kuşkusuz. Biz onu gördük, onu tanıdık bir sevgi işçisi olarak, sevgiyi yaşamına katık eden biri olarak. Sait Faik’le sonlandıralım yazımızı, böyle işini seven, mesleğine sevdalı, insanı her şeyin üstünde tutan birini yazmasaydık çıldırırdık…
Ne olursa olsun, mesleğini sevebilmek, mesleğinin hakkını verebilmek önemli olan. Sürekli olarak öğrencilerime şunu söylerim. Sevgi bilgiden doğar. Bilginiz yoksa, hangi meslek olursa olsun, bilginiz yoksa sevginiz de olmaz. Manav mesleğini seviyorsa, tezgahını bir tablo gibi süsler. Kasap da öyle, bakkal da öyle…
Mesleğini sevmeyenlere yaptıkları iş eziyet gibi gelir. Öğretmen mesleğini sevmiyorsa, yaptığı iş çok sıkıcıdır. Asabidir, kızgındır, burnundan solur. Oysa mesleğini sevip bilgiliyse öğrencilerini de sever, onlara yararlı olmaya çalışır. Son yıllarda okumayan öğretmenlerle karşılaşıyoruz. Bakanlığın yaptığı istatistiğe göre öğretmenlerin %91’i okumuyormuş. Öğretmenlik ve okumamak nasıl da ters geliyor insana. Okumayınca ne konuşacak, en embesil kişilerin bile konusu olan futbolu konuşacak. Hangi makamda olursa olsun, bir kişi futbol konularını açıyorsa, ben o kişiden korkarım. Popüler kültür oldu çıktı başımıza, futbolla yatıp futbolla kalkmak. Futbol konularının ülkeye getireceği bir şey yok. Gerçekten, bilgisizlikten, cahillikten kaçış noktası oluyor bizim ülkemizde futbol. Televizyonlara çıkan kişiye, bomboş spikerin yılışarak sorduğu soru, hangi takımı tutuyorsunuz? Böyle bir soruya yanıtım hazır, sana ne, bunun kime yararı olacak. Dünya tarihine baktığımızda tüm baskı rejimleri sırtlarını futbola dayamışlardır. Onunla halkı uyutup istedikleri gibi at oynatmışlardır.
Nereden nereye, bir işini bilen hastane görevlisinden yola çıkarak dönüp dolaştık. Annemin rahatsızlığı süresince tam bir ay hastane koridorlarını mesken tutmuştum. Sabah, akşama oradaydım. Çoğu şeye tanık oldum. Mesleğe yeni başlamış gencecik doktorların nasıl canla başla çalıştıklarını görmekten mutlu oldum. Eskiden beri doktor denilince kelli felli, büyük adamları anımsarız. Belleğimize nedense öyle yerleşmiş. Gencecik, daha otuzuna bile gelmemiş, meslek aşkıyla yanıp tutuşanlar beni çok mutlu etti.
Erol Yeşil ve benzerleri çoktu o ortamda. Sonuçta insan canı vardı ortada. Onu kurtarmak katkı sağlamak, yaşamına can olmak, kan olmak, yaşamı güzel kılan bir şeydi. Erol Yeşil’e seni gazeteye haber yaptım, deyince çok şaşırdı. Abi, memur insanız, bir şey olmasın, dedi. Fotoğrafını çekerken bile anı diye çekmiştim. Bu güzel insanlar model olsun istedim. Bu ülkede, hangi meslek dalında olursa olsun, Erol Yeşil’ler çoğalınca bir yerlere geleceğiz demektir.