21 Nisan 1950’de Hatay’da, Antakya’nın Harbiye’sinde başlayan bir yaşam.
Baba yanında verilen ama “baba parası yiyor” denmeyecek bir yaşam mücadelesi.
Özet; küçük yaşlarda akıtılan alın teri, verilen bir yaşam kavgası…
Sanıyorum Hatay’a, Antakya’ya 5. Gelişim olacaktı. Ancak ayağımdaki lif kopmalarından dolayı maalesef Mehmet Ali Akyüz ve Nihat Aslanyürek Anma gününde bulunamadım. Gelişime neden olan, yörenin bunca güzelliğini ve güzel insanını tanıma şansını bana sağlayan sevgili Nebih Nafile’ye ne kadar teşekkür etsem azdır.
Küçük bir itirafta bulunmak istiyorum: hiç bilmediğim bu yörenin insanıyla nasıl iletişim kuracağımı merak ediyordum ilk gelişlerimde. Doğup büyüdüğüm Karadeniz’le, Artvin’le, Akdeniz’in Hatay’ının, Antakya’sının benzerlikleri, farklılıklarıydı merak ettiğim. Bunu söylerken, uyumsuzluk gibi bir korkum hiç olmamıştı. Yeni bir insan tanımadığım günü yaşanmamış sayanlardandım çünkü.
Biraz önce sözünü ettiğim o güzel insanlardan biriydi Nihat Aslanyürek. Bir önceki gelişimde yakından tanımıştım kendisini. Yöre insanının babacan tavrı, deyim yerindeyse “ağır abi” davranışları nedeniyle çok çabuk ısınmıştım kendisine. Bir çay sohbeti, bir akşam yemeği muhabbeti yetmişti birbirimizi tanımaya. Farklı yörelerin birbirini hiç tanımayan iki insanı, yılların dostu denebilecek sıcaklıkta iki gün geçirmiştik. Nebih bana;
“Nihat Aslanyürek ve Mehmet Ali Akyüz ağabeylerimizi anmak için bir etkinlik düzenleyeceğiz, gelir misin” dediğinde hiç ikilememiş, gelebileceğimi söylemiştim.
Sözlerimin burasında hem Nebih’e, hem de rahmetli Nihat Aslanyürek’in ailesine bir teşekkür borçluyum sanırım; tanıdığım kadarıyla kendisini sizlere anlatma şansını bana verdikleri için.
İki günde ne kadar tanıyabilirsiniz bir insanı?
Niyetlenirseniz, ilginizi, dikkatinizi çekerse çok yönünü tanıma şansınız olur. Yöre ile, daha önce tanıdığınız yöre insanıyla ilgili ön bilgileriniz de varsa daha da kolaylamış olursunuz o insanı tanımayı.
Tam da öyle oldu Nihat Aslanyürek’i tanımam, ta ki “Cin Kubbesi”ni okuyana kadar.
“Cin Kubbesi” Nihat Aslanyürek’in yazdığı ilk ve tek kitabı, iyi ki de yazmış, yazmış ve kendisini daha iyi tanımamızı sağlamış.
Yazmaya eğilimi olan biri, ya yaşadıklarını, ya da hissettiklerini yazar, bunun tersi yoktur. Ya yaşamışsınızdır ya da duygularınız vardır. Başka birilerinin anlatımlarını bile yazsanız duygusuzca yapamazsınız bunu.
Şiir, öykü, deneme, roman türünden bir şeyler yazan çok sayıda insan var. Elbette usta işi olanlar var içlerinde. Var da, kimilerini sabır gösterip okuduğunuzda ne söylemek istediğini anlamak için yanınızda bambaşka bir sözlük taşımanız gerekiyor.
Nihat Aslanyürek “Cin Kubbesi”nde en küçük bir açıklamaya, ek bir sözlüğe gerek duymadan çok şey anlatmış. Kitabın arka kapağında;
“Kitap aynı zamanda doğduğu gün önce tabiatın, ardından babasının, en sonunda devletin zulmüne uğrayan Yusuf’un hikâyesidir” notu var.
Bu notun hangisi yanlış?
Baba baskısı görmemiş olabilir Nihat Aslanyürek. Ne ki, bu baskıyı gören, bu baskıdan olumsuz etkilenen birilerinin öyküsünü dinlemiş olabilir…
Doğduğu gün başlayan doğa ile olan kavgası yaşamı boyunca sürmüş olabilir. Daha da önemlisi, yalnızca düşündükleri nedeniyle hükümetlerle, kimi faşizan kafalarla olan kavgası ölene dek sürmüş olabilir ki tanıdığım kadarıyla öyleydi. Kavgası barıştan yanaydı, kardeşlikten yanaydı, doğadan yanaydı, insandan, canlıdan yanaydı…
“Cin Kubbesi”nden etkilendim. Küçüklere masal anlatır gibi yumuşak, akıcı bir dille anlatılanlar, vurgulananlar öyle küçümsenecek şeyler değil. Bölge insanını enine boyuna araştıran, araştırmaktan da öte onlarla birlikte, aynı kültürün içinde yaşayan Nihat Aslanyürek, yaşayıp da farkında olmayanlara bile anlatmış kimi şeyleri.
Yusuf’un yaşadıklarını, özellikle 12 Eylül döneminde yaşayan çok insanımız var. O acıları, işkenceleri yaşayıp da paylaşmayanları bir kenara koyun ve kimi gerçekleri doğrudan yaşayanların ağzından dinleyin derim ben ki, Nihat Aslanyürek’in anlattıklarını bire bir yaşayan insanları bulmak o kadar zor değil.
Mozart Ali’yi anlatmış örneğin “Cin Kubbesi”nde. Yöresinin türkülerini ana diliyle söyleyen “Mozart Ali”nin korkularını birilerinin gözüne sokmuş sanki ki, günümüz Türkiye’sinde bile bu korkuyla yaşayan bölgelerimiz, insanlarımız var dersek yalan söylemiş olmayız…
Nisan ayında kutlanan “Yumurta Bayramı”nı anlatmış örneğin. Müslüman bir ailenin çocuğu olan Nihat Aslanyürek’in, Hıristiyan insanlarımızın bayramı olarak kutlanan “Yumurta Bayramı”na ne denli hoşgörüyle baktığını okuduğunuzda anlıyorsunuz Nihat Aslanyürek’in ne kadar arslan gibi bir yürek taşıdığını. Geçmiş yıllarda bile, aile büyüklerinin kendi çocuklarına, başka dillerden ya da dinlerden olan insanlara ne denli hoşgörüyle bakmaları gerektiğini aşılama çabalarını anlatıyor Nihat Aslanyürek; düşünün bu nasıl yüce bir duygu ve anlayış biçimidir…
Geliyorum kitapta beni en çok çarpan bölümlerden birine!
Yusuf’un çocukluk yıllarıdır. Babaanne torunlarını toplamış oyun oynamaktadır onlarla birlikte. Bir oyun vardır, oyun sokaktan geçenlerin ayak seslerinden kim olduklarını tanıma oyunudur.
Bunu okuduğumda donup kaldım, ne düşüneceğimi bilemedim. Babaanne torunlarına, sokaktan geçenleri ayak seslerinden tanıma oyunu oynatmaktadır!
Yalnızca kim olduğunu tanımak değildir bu oyunun içeriği. Gelenin dost mu, düşman mı olduğunu bilmenin çocukluk eğitimleridir de aynı zamanda.
12 Eylül’ün hemen sonrasındaki günlerdi. Bir önceki gelişlerinde kitaplığımdaki kitaplardan bazılarını kaybetmemi isteyen dönemin güvenlik güçleri bu kez daha nazik davranmış, bir tutanak tutarak evimde suç unsuruna rastlamadıklarını belge altına almışlardı. Bundan cesaret alarak sormuştum;
“Bunu baştan beri biliyordunuz. En küçük bir şey bulsanız beni şimdiye dek zaten tutmazdınız evimde. Nedir benden istediğiniz” diye sormuştum. Aldığım yanıt;
“Hemşerilerine söyle de seni az ispiyon etsinler” olmuştu.
Nihat Aslanyürek de benzer şeyler yaşamış mıydı?
Orasını elbette ailesi biliyor. Ne ki, yaşamışsa bile bölgesine, insanına, daha da önemlisi kendisine küsmediğini görmüştüm Nihat Aslanyürek’in.
Dedim ya, yeni bir insan tanımadığım günü yaşanmamış sayanlardanım ben. Nihat Aslanyürek de yeni tanıdığım insanlardan biriydi ve iyi insandı, dost insandı, tanımaktan onur duyduğum bir insandı. İyi ki tanımışım kendisini.