Ahlak, ethik ya da sağtöre, kelimenin en dar anlamıyla, neyin doğru veya yanlış sayıldığı (sayılması gerektiği) ile ilgilenir. Terim genellikle kültürel, dinî, dünyevi ve felsefi topluluklar tarafından, insanların (öznel olarak) çeşitli davranışlarının yanlış veya doğru oluşunu belirleyen bir yargı ve ilkeler sistemi kavramı ve/veya inancı için kullanılır.
Yanlış ve doğrular hakkındaki bu tip kavram ve inançlar çoğunlukla bir kültür veya grup tarafında genelleştirilir ve kanunlaştırılır, buna göre de (kültür veya grubun) üyelerinin davranışları düzenlenmeye çalışılır. Bu tür bir kanunlaşmanın uygunluğu da Ahlak olarak anılabilir, ve grup varlığının devamının bu ilke ve kanunların uygunluğu, uygulanması üzere olduğunu belirtebilir. Bu durumlarda, uygulamayı kabullenen bireyler Ahlaklı olarak tanımlanırken, uygulamayı reddeden veya davranışlarında barındıramayan bireyler toplumsal anlamda dejenere olarak tanımlanabilir.
Bu nedenlerle Ahlak, iyi bir yaşamın temelini teşkil eden inançlar bütünü olarak da görülebilir. İnsanlık tarihinin büyük bir kısmında, dinler ideal bir yaşama dair görüş ve düzenlemeler getirmiştir, bu nedenle Ahlak, çoğunlukla dini emir ve prensipler ile karıştırılmıştır. Seküler ortam ve durumlarda, Ahlak hayat tarzı seçimi gibi şeylerle ilgili olarak sunulabilir. Zira bu daha çok, bireysel anlamda iyi bir hayat fikrini temsil eder ki bireyler genellikle bulundukları toplumda benzer zihin yapısı ve görüşlere sahip olan insanların inanç ve değer sistemlerine uygun bir yol seçmektedirler.
İyiye ve doğruya yönelmiş eylemi talep eden kurallardır. Bazı davranışlara üstün değerler yüklenerek yapılması teşvik edilir. Ahlak kuralları bireylerin davranışlarını düzenlemeyi amaçlayan, bunu yaparken de iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış davranışın ne olduğu sorusuna cevaplar veren kuralların tümüdür. Kaynağı kişinin kendisidir. Yani dışarıdan bir zorlama olmadan kendiliğinden uygulanır. Fakat Ahlakın nasıl edinildiği ayrı bir tartışma konusudur.
A) Subjektif (Öznel) Ahlak: Ahlakın doğuştan edinildiği, kişinin yaratılışından kaynaklandığı öne sürülür. Bu nedenle kişinin kendisine yaptığı telkinlerle oluşur. Vicdan önemli ve belirleyici bir kavram olarak görülür.
Vicdan: İnsanın iyiyi veya kötüyü ayırt etmesini sağlayan, doğruyu veya yanlışı bulduran içsel güç ve yetenektir. Mecazen içsel bir mahkemedir. Özellikle hakimlerin (yargıçların) vicdani kanaatleriyle ve bağımsız olarak yani baskı altında kalmadan, kimseden tavsiye ve telkin almadan karar vermeleri gerekir. Arapça’da sözcüğün kökeninde “bulmak” manası vardır. (“Bulunç” sözcüğü Anadolu’da bazı yörelerde “Vicdan” anlamında kullanılır.)
B) Objektif (Nesnel) Ahlak: Ahlakın sonradan edinildiği, aile, okul, çevre, din gibi kurumlar aracılığıyla toplum tarafından bireye aktarıldığı kabul edilir. Felsefedeki “Tabula Rasa” (Boş Levha) anlayışı savunulur. Bu anlayışa göre insan zihni boş bir levha (tablo) gibidir. Doğumda insan zihni boştur ve sonradan toplumsal etkileşimle doldurulur. Bu nedenle Objektif Ahlak bireyin diğer insanlara nasıl davranacağını belirler.
2
AHLAK ÜZERİNE BİR ÖYKÜ
Ateş, su ve Ahlak bir yolda buluşmuşlar. Kısa bir tanışıklıktan sonra aralarında bir muhabbete tutuşmuşlar. Başlamışlar tek tek kendilerini anlatmaya.
Önce Ateş başlamış söze ve şunları söylemiş:
– Bendeniz Ateş. Ben, ışığımdır kimi zamcın karanlıklarda, kimi zaman soğuklarda ısınmaya sebebim. Kimi zaman güneşim, kimi zaman bir kor parçasıyım; yakarım hoşuma gitmediğinde önüme ne gelirse. Genelde çok iyiyimdir. Benden çok kere istifade edilebilir” der ve ekler: “Fakat bir sinirlenirsem yakarım etrafımda ne varsa. Kimi zaman yangın olurum, ansızın yakalarım en boş anlarda. Onun için benimle aranızı iyi tutun,
Arkasından su başlar söze:
– Bendeniz Su: Hayat kaynağıyımdır. Yokluğum çok kötüdür. Ben olmazsam yalayamaz canlılar. Her can taşıyan hayatta ben varım. Canın özü benim.
Benim olduğum yerde hayat vardır, der.
Sonra başlar Ateş’in yaptığı gibi zararlarından bahsetmeye:
– Fakat ben bir kızarsam sel olurum bazen, bazen bir fırtınayla gelirim ne var ne yoksa yutarım. Onun için benimle aranızı iyi tutun, der.
Sıra gelir Ahlâk’a:
Ben deniz Ahlâk. hayat düzeninde benim yerim başkadır. Benim hiç bir kötülüğüm yoktur. Kimseyi de tehdit etmem, der.
Sonra Ateş girer söze ve şöyle bir soru sorar:
– Ben bu arkadaşlığı çok sevdim. Hani olur da bir gün birbirimizi kaybedersek nasıl buluşacağız ?
Su der ki:
Beni kaybederseniz eğer, bir yağmur gördüğünüzde kaçmayın, yaklaşın; ben orada olurum.
Ateş der ki:
Beni kaybederseniz eğer, bir duman görürseniz, bir sıcaklık hissederseniz hemen gelin; ben orada olurum
Ahlâk der ki:
Siz siz olun beni sakın kaybetmeyin. Eğer beni bir defa kaybederseniz bir daha bulmanız mümkün olmayabilir, der.
3
AHLAK ÜZERİNE AFORİZMALAR
Hiçbir mücadele yoktur ki, ahlak esasına dayanmadan ilerleyebilsin. Mustafa Kemal Atatürk
Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi, hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir. Mahatma Gandhi
Ahlak konusunda inandığım ilke şudur; bir şeyi yaptıktan sonra kendini iyi hissediyorsan o ahlakidir; eğer kendini kötü hissediyorsan o gayri ahlakidir. Ernest Hemingway
Milli ahlakı olmayan kavimlerde, medeniyet olmaz. Ziya Gökalp
Eğer iyi olmayı istiyorsan, önce kötü olduğunu düşün. Epictetus
Temel ahlak ilkeleri yoksa, boş yasalar ne işe yarar. Horatius
Ahlaki duygular doğuştan değil, sonradan kazanılır. John S. MiLL
Ahlâklı insan basit ve dürüsttür, kişisel gururu yoktur. Lao Tzu
Ahlak kanunlarını çiğnemeye hiç gelmez, hemen öçlerini alırlar. Tolstoy
En güzel ahlak tevazu, yumuşaklık ve tatlı dilde bulunur. Hz. Ali
Terbiye sınırlarından dışarıya çıkan, bir daha içeri giremez. Terbiyeyi kaybetmemeye bakmalı. Nicolas Boileau
Kaybetmeyi ahlaksız bir teklife tercih et. İlkinin acısı bir an, diğerinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Kızılderili Atasözleri
4
AHLAK ÜZERİNE TAVSİYE KİTAP
Böyle buyurdu Zerdüşt, Nietzsche felsefesinin ana yapıtıdır. Kendi deyimiyle: “Yazılmış en yüce kitap, insanlığa şimdiye dek verilen en büyük armağan”dır.
Eserin geneli özdeyişlerden (aforizmalardan) oluşur. Nietzsche anlatmak istediği konuyu, benzetmeler ya da imalar kullanarak aktarır. Bu şekilde, okuyucunun bahsedilen konu hakkında düşünmesini ve kendisine ait bir yargıya ulaşmasını beklemektedir. Bu durumu şöyle açıklar : “Herkesin okumayı öğrenme hakkının olması, zamanla sadece yazmayı değil, düşünmeyi de mahveder. Dağlarda en kısa yol doruktan doruğadır; ama bunun için uzun bacakların olmalı. Özdeyişler doruk olmalı, kendisine hitap edilen de iri kıyım ve uzun boylu.”
Zerdüşt herhangi bir topluma ya da herhangi bir çoğula hitap etmekten ziyade, tekil olarak sadece insanı ele alır. Bu yönüyle bir psikologdur. Ona göre kişinin en büyük düşmanı, yine kendisidir. İnsana hedef olarak “Üstinsan” ı gösterir. Bu kavram üstün ırk ya da herhangi bir çoğulu anlatan bir kavram değildir!