Dünyanın en rahat yaşanan ülkesi neresidir?
Sorunun yanıtı birden fazla olabilir. Bir de, kişiye göre değişebilir rahatlık anlayışı.
Biri sandalyede, bir başkası koltukta rahat ettiğini söyleyebilir. Kimi insan doğal üretimin yoğun olduğu, üretilenin hakça paylaşıldığı bir ülkeyi yeğler. Kimisi de üretimin savaş sanayine ve sömürüye dayandığı, borsa düzeninin egemen olduğu ülkeleri düşler.
Bir dönem;
“İsviçre” derlerdi.
Sonrasında “Kanada” dendi, “Avustralya” dendi. Avrupa ülkelerinin önemli bölümü “rahat yaşananlar” sınıfına giriyordu çoğunlukla.
Doğruluk derecesini ve nasıl araştırıldığını bilmiyorum ama, şöyle bir söylenti de vardı hep;
“İsviçre’de yaşam çok rahat ama, intihar oranı da çok yüksek!”
Doğru muydu bu saptama?
Doğru ise gerekçesi ne idi dersiniz?
Yanıt yine söylenti halindeydi;
“İnsanların geçim sıkıntısı, sağlık sorunu, eğitim sorunu yok. Zamanlarını geçirecek fazlaca bir iş bulamadıkları için bunalıma giriyorlar!”
Söylenti dedim ya. Belki de geri bıraktırılmış ülke insanlarının İsviçre’ye akınını engellemek için uydurulan söylemlerdi…
Aklıma şu geldi ve takıldı kaldı; insanlar kısacık yaşamlarında elbette rahat etmek, ağızlarının tadıyla yaşamak isterler. Bu nedenle de seçme, gitme çabaları vardır.
İyi de, özellikle rahatı inançlarda arayanlar, örneğin “huzur İslam’da” diyenler, İslam’ın tüm kurallarının en katı biçimde uygulandığı ülkelere değil de neden İslam dışı ülkelere gitmek isterler?
Çocuklarını eğitim ya da başka gerekçelerle neden “gavur” memleketlerine yollarlar?..
Böyle bir paragraf açtıktan sonra, yazımın başlığı olan konuya gelelim isterseniz.
Son günlerde yaşanan intihar olayları dikkatinizi çekiyor mu?
Gazetelerdeki başlıklardan biri şöyle;
“Yaşlı adam intihar etti.”
Yaşlı bir adam neden intihar eder ki?
Bir kadının feribottan atlayıp intihar ettiği haberi vardı. Haberde o kadının geride bıraktığı not da yer alıyordu. Notta;
“Oğluma iyi bakın” demişti kadın.
Genç bir kızın intihar girişimi vardı örneğin. O haberde de;
“Bunalıma girdi, ölmek istedi” deniyordu.
Aldatıldığını düşünmüştü bir başka kadın. O da tutmuş kendini öldürmeye kalkmıştı. O haberin başlığı da;
“Aldatıldığını sandı ölmek istedi” idi.
Ve beni ürküten bir haberde şöyle deniyordu:
“Son bir ayda intihar eden polis sayısı 15.”
Deprem günlerinin korkunçluğunu üzerimizden atamadığımız zamanlardı. Psikologlar, konunun uzmanları;
“Bunların acıları sonraki yıllarda çıkacak” diyordu depremin sonrasındaki günlerde.
O günler bu günler miydi acaba?
Psikologların sözünü ettiği acılar yeni mi çıkıyordu yani?..
Çağımız bilgi çağı. Ülkemizde de, insanı yeteri kadar inceleyecek, ruhsal ve fiziksel sıkıntılarını yorumlayıp çözüm önerecek ve uygulayacak yeteri kadar bilim adamının var olduğunu düşünüyorum; bu bir yanı!
Asıl yanı şu; ülkeyi ve kenti yönetenler, yaşanan intihar olaylarını ve giderek artma eğilimlerini inceliyorlardır sanırım. Asıl görevleri insanı insan gibi yaşatmak olanların bu konuya duyarsız kalacakları kanısında değilim.
Toplum olarak ruh sağlığımız insanlarımızı intihar edecek boyutlara sürükleyecek konuma geldiyse bunda yaşam koşullarının ne ölçüde etkili olduğunu araştıracak olanlara hatırlatırız…