Söze hep, nerede o eski bayramlar, diye başlanır. O soruyu kullananlar da azaldı. Diyalektik bir sonuç, yok artık o eski bayramlar. Olamaz, olmayacak da… Belleğimizde anıları kaldı. Onlar da zaman denilen belirsizlikte yok olup gidiyor. Bölük pörçük, parça parça… Unutuyoruz, unutmak işimize mi geliyor. Belki de, geçmiş geri gelmeyeceğine göre, unut gitsin. Yaşamımızda neleri unutmadık ki, bayram anıları onların yanında çok az yer tutuyor.
Uzun bir bayram tatilindeyiz. Eh, parası olanlar” gittiler bir yerlere. Akdeniz’e, Karadeniz’e, yurt dışına, Kıbrıs’a… Beş yıldızlı otellerde bayram(!) yapıyorlar. Cep telefonlarına sarılıp eşlerinin dostlarının bayramlarını kutluyorlar, bayramdan uzakta, her şeyden uzakta…
Bayram denilince aklıma çocukluğumun geçtiği Buca gelir. Orada yaşamak her günü, her saati, her dakikayı bayram kılardı. Benim dediğim eski Buca. Levantenlerin yazlık yeri, otobüslerin son duraklarından sonra üzüm bağlarının başladığı Yeşil Buca. Çan seslerinin ezan sesine karıştığı, dostluğun, sevginin buram buram yaşandığı gizli sevgilerin şirin ilçesi Buca. Külhanbeyin, ustura lakaplı mangal yürekli insanların ilçesiydi. Böbrek Alilerin mekanıydı. Adamı yanlış anlaşılmasın adam olmayanı böbreğinden götürürmüş. Onun atını dizginlerini tutmak bizler için onurdu. Dizginleri tutanlara 25 kuruş verirdi. Oğlu Şerif de sıra arkadaşımdı ilkokulda. Annemin akrabalarından Agah abi, bıçkın, delikanlı, yiğit biriydi. Külhanbeydi hem de… Hasımlarının ayakları titrermiş adı geçtiğinde. Çocuk dünyamızdan belleğimizde kalanlar.
Buca’daki bayramları unutmak olası değil. Bayram gelmeden günlerce önce heyecanı başlardı. Bayram alış verişi olmadan bayrama girilmezdi. Kemeraltı’na ineceğimiz o günü iple çekerdik. Gözümüzde nasıl da büyürdü o mağazalar. Mahalle bakkallarıyla kıyaslayınca, böyle büyük mekanlar olmaz derdik. Ne bileyim Sevil Mağazaları, 19 Mayıs Mağazaları, Kemeraltı’ndaki esnaflar. Giysiciler, ayakkabıcılar, oyuncakçılar. Kemeraltı’na inmişken özlem ve de zevkle yenilen dönerler. Dönerci Atıf adı belleğime kazınmış. Atıf’ta döner yemek. Basmane’de gezinmek en zevkli anlardı bizler için…
Bayram sabahı yenilen bayram yemekleri. Özenle giyindiğimiz bayramlıklar. Ellerin öpülmesi, alınan harçlıklar. Sonra mahallede el öpme faslı. Alınan mendiller, çoraplar, paralar. Öğleden sonra ver elini bayram yerine. Top sahasında kurulan bayram yeri düşlerimizi şimdi bile süslüyor. Atlar, motorlar, bisikletler, kurulan salıncaklar, satılan sucuklu ekmekler, köfteler, kokoreçler; ayranlar, gazozlar, şerbetler, dondurmaların lezzetini şimdilerde bulmak çok ama çok zor.
Bayram gezmelerinde yakın dostları ziyaret geceye bırakılırdı. Daha uzun süre kalabilmek için. Radyolarda dinlenen bayrama özel programlar. Çocukların kendi arasındaki eğlenceleri, oyunları nasıl unutulur. Bayrama özgü ikramlar. Yemek de olabilirdi bu ikramlar. Tatlılar, çörekler, böreklerin hepsi de bayram damgalıydı. Geç vakitlere dayanamayan bedenlerimiz uykuya yenik düşerdi. Anne ve babamızın omzunda, kucağında eve dönüşümüzü bile özlemeyen var mı?
Şöyle bir düşünüyorum da aslında bizim özlemimiz bayramlar değil. Tadı damağımızdaki, bir türlü unutamadığımız eski günlerimiz. Haksız mıyım?