Ege Kültür Evinde

Hava sıcaktı. Bunaltıyordu her adımda, her soluk alışta insanı. Serinliğin, gölgelerin para ettiği zamanlardan bir gündü. Epey de gezmiştim. Kitapçılara uğramış, gazeteye yazılar bırakmıştım. Bu havada serin olabilecek tek yer Ege Kültür Platformuydu. Alsancak’ın sessiz sokaklarından bir kedi sessizliğiyle geçtim.

Platformdan içeri girdim. Eski taş yapıdan yayılan bir serinlik tüm bedenime hükmetmeye başladı. İyi günler, diyerek içeri girdim. İçeride Ali Murat, Okan Yüksel, tanımadığım saçları kırlaşmış biri daha vardı.

Okan abi, Özkan Mert, dedi. İşte o an “Dünya Yüzüme Çarpıyor” kitabı bir dostluk esintisi gibi armalı beni. Bu esinti İsveç’ten geliyordu. O benim kitaplardan, dizelerden, şiirlerden dostumdu. Öğrencilerime birçok kitabını dağıtmıştım. Bildiğim kadarıyla siz İsveç’te yaşıyorsunuz, dedim. Evet, işim vardı, birkaç günlüğüne geldim, dedi. B aşladık konuşmaya. Öğrencilerim şiirlerini çok iyi biliyor, deyince yüzü erik ağacı gibi ışıldadı. Öğrencilerinle uygun olursa görüşebilirim, dedi. Uygun olursa bunu sağlamaya çalışacağım, dedim. Ne yazık ki sağlayamadım. Öğrencilerime güveniyordum. Beni hiç eksiltmediler. Müfettişler, milli eğitim müdürleri şaşmışlardı, dağ başındaki bir okulda öğrencilerimdeki şiir, öykü merakına.

Masamızda yeşil erik, kiraz vardı. Özkan Mert’in şiirindeki özlemini bilmeyerek gerçekleştirmiştik bunu: “Unutmasın Şerif’le Kürşat/ İki kadeh rakı atmasını benim için/ Yeşil erik ve kirazla Ziya’da”

Okan Yüksel’le geçmişe dalıyorlar. Özkan Mert’in gözlerinden dizeler uçuşuyor: “Bir kuş gibi uçup gitti yıllar/ İzmir bıraktığımız İzmir mi?”

Sohbete dalmışken Altay’ın, Beşiktaş’ın, Fenerbahçe’nin unutulmaz futbolcusu Miço Mustafa geldi aramıza. Miço Mustafa her zaman olduğu gibi efendi, ağırbaşlı, tutarlı bir tavır sergiliyordu. Beşiktaşlı olmama karşın Miço Mustafa ağabeyimi üç takımın forması altında da sevmişimdir. Dünya sorunlarına kulaklarına tıkamayan, yüreği insanlık için atan, laik, demokrat bir futbolcuydu. Günümüzde futbolcular arasında yaygınlaşan tarikat bağlantılarına üzülüyor. Her görüştüğümüzde bunu da dile getiriyor. Bizim dönemde, düşünmeyen, okumayan futbolcu yok gibiydi, diyor.

Özkan Mert İzmir diyor. Şiirlerinde olduğu gibi: “Ama en büyük dostum Panait Istratiydi/ O’nun rüzgarın önünde uçuran çalılar gibi/ Uçuşup duruyordum ben de/ Hülyalı İzmir sokaklarında…”

Sohbetimizde insanlık var, sanat, spor, bilim, insan olmak vardı. Ne güzel söyleşiyorduk. Miço Mustafa bir yere davetliymiş. Sadece erik ve kiraz yiyor. Bizler dostça kadehlerimizi tokuşturuyorduk. Özkan Mert’in şiirlerinde sıkça kullandığı kirazların canlı kırmızı rengi yine dizelerini çağrıştırıyor: “Düştü şehre/ Mayıs/ Yapraklarıyla bir papatyanın/ Geçip gitti/ Kağıt helva yiyen çocuk/ Güzel annesi onun/ Kiraz tanesinin içerisinden/”

Atilla da gelmişti. Elinde birkaç paket vardı. Kemeraltı’nda köfte yaptırmış. Oka abi, takılmadan yapamadı. O sana yetmez Atilla, köfte yaptırdım diye hava atma. Köftelerden de birer lokma aldık. Özkan Mert, bu lezzeti orada bulmazsınız diyor. Hele börekler, puaçalar burnumda tütüyor, diyor. Memleket özlemi çok fazlaydı usta şairde. Fazla uzatmayalım, Tenis Kulübe gideceğiz, dedim. Özkan mert, ben davetli değilim, diyerek inceliğini gösterdi. Okan Yüksel, olur mu öyle şey, dedi. Yola koyulduk. Özkan Mert, dizelerinin aksine biraz hüzünlüydü. İzmir’e gri bir renk egemen olmaya çalışırken Alsancak sokaklarını aşmaya çalışıyorduk. Hepimiz aynı dizeleri düşünüyorduk: “Aslında/ Pek hüzün tutmaz beni/ Ve şiirler döşeyerek geçip gittiğim/ ilk şehir değil bu…”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir