2. Turizm ve Travel Fuarı’na ev sahipliğini İzmir yaptı. Güzelliklerin yaşandığı, dostlukların paylaşıldığı bir yerde olmaktan tüm katılımcılar hoşnuttu. Anadolu mozaiği yaşanıyordu. Mardin’den Diyarbakır’a, Hatay’dan Aksaray’a dek hemen hemen tüm illerimiz katıldı. Yörelere özgü yiyecekler, içecekler paylaşıldı. Müziklerde coşuldu. Gelen konuklar ikramlardan paylarına düşeni aldılar. Dağıtılan küçük armağanlarla mutlandılar. Fuarın açık olduğu dört gün boyunca sabahtan akşama dek o havayı yaşamanın keyfini yaşadım…
Dostlarım geldiğinde onlarla birlikte fuarı gezdim. Her kentin, her yörenin özelliğini dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. İzmir’de yeni açılan Arma Kitabevinin kurucularından Güler Özger de fuara gelince beni buldu. Fuarı gezmeye başladık. Van Belediyesinin standına gelince gümüş işlemeler Güler hanımın da ilgisini çekti. Bir takım almak istedi. Kolye, küpe, yüzükten oluşan bir takımdı. Görevli dostumuz tarttı. Bunun fiyatı 170 YTL, ancak Savaş ağabeyimden para almayız, dedi. Ben de şaşırdım. Beni nereden tanıyorsunuz, dedim. Savaş abi, sen Şark Yıldız gazetesinde yazıyorsun, oradan tanıyoruz, deyince iyice şaşırdım. Ben sizi gazeteden izliyor ve okuyorum, dedi. Bu sevinç bana yetmişti. Parasız olmaz, deyip üç beşte anlaştık. Alışverişten en mutlu olan Güler hanımdı. Aslında en büyük mutluluğu duyan kuşkusuz bendim.
Amasya, Mardin, İzmir standlarında da aynı durumla karşılaştım. Anadolu basınında yazmanın mutluluğunu bir kez daha, bin kez daha yaşadım. Sürekli yinelediğim düşüncemden mutluydum. Büyük holdinglerde yazmaktansa, yerel gazetelerde yazmanın mutluluğu hiçbir şeye değişilmiyordu. Şöyle bir düşündüm de Anadolu’da pek çok gazetede yazıyordum. Konya’sından Tekirdağ’a, Trabzon’dan Bartın’a yazmanın mutluluğu çoğu şeye değişilmezdi. İşte o gazeteler yereldi. Aldıkları ilanlarla yaşamaya çalışıp, ilçelerine, illerine sahip çıkıyorlardı. Sorunları, mutlulukları paylaşıyorlardı.
Küçük yörelerde olduğu gibi büyük kentlerde de bu nitelikte gazeteler vardı. İzmir’de biz bu gazeteyle gözümüzü açtık, dediğimiz Ege Telgraf gazetesini bilmeyen yoktur. Özellikle eski İzmirliler bu gazeteyi çok iyi bilirler. Akşam gazetesiydi. Medya ve iletişimin bu denli ileri gitmediği günlerde, günün son haberlerini oradan okurduk. Girmeyen ev yok gibiydi. Babamız, annemiz işten gelirken eve Ege Telgraf gazetesiyle gelirdi. O yıllarda tek eğlencemiz okumak olunca, gazetenin satırlarını yutarcasına okurduk…
İşte o güzelim akşam gazetesi de artık gündüze döndü. Bunu da bir kokteyl ile duyurdular. Valilikten, belediyelere, üniversiteden, sivil toplum kuruluşlarına dek gazetenin sevdalıları 1 Aralık 2008’de gazete binasında buluşuldu. Aynı gün gazetemiz Ege Telgraf gündüz yayınına geçmişti. Büyük bir dostluk, büyük bir güzellik demeti yaşanıyordu. Güneşin sofrasındayız, dostların arasındayız, dedirten bir birliktelikti. Gazetenin yazarları eskiye dönüp anılarını dillendiriyorlardı. Yaşananlar bir film şeridi gibi gözlerimizin önündeydi. Aylin ve Can Süphandağlı, gazetenin son akşam sayısını konuklara dağıtıyordu…
Ben o sırada Anadolu basınına dalmıştım. Bin bir zorlukla yaşamını sürdüren Anadolu basını bundan böyle yok mu olacaktı. Van’a, Akşehir’, Şarköy’e, Çaycuma’ya, Trabzon’a, Tonya’ya, Devrek’e, Bartın’a gittiğimde kimse beni tanımayacaktı. Tanınmak, tanınmamak önemli değil, o gazeteler tatlı birer anı olarak mı kalacaktı. Yerel basına bu darbeyi kim yapmıştı? O sıcaklığı kim söndürmeye çalışmıştı? Üzülmemek elde değildi…
Bizler kokteylde kendi aramızda söz vermiştik. Ege’nin, İzmir’in elli yıllık sesini susturmayacaktık. Ne olursa olsun, bunda kararlıydık. Tüm yazarlar, gazetenin tüm emekçileri bu konuda söz vermiştik. Bu sözden sonra gazete binasındaki coşkuyu görmeliydiniz…
Yaşanmaya değer bir coşkuydu bu. Ege Telgraf bundan böyle her sabah tüm İzmir’e merhaba diyecekti, çıktığı ilk günkü merhabanın sıcaklığıyla… Bu yazım Anadolu basınındaki tüm gazeteler için de geçerli, basının gerçek sahipleri onlar. O gazetelerde yazdığım için onur duyuyorum…