VEYSEL ÇOLAK: TAŞRA, YETENEĞİN BİTTİĞİ YERDİR!
Şair, romancı, deneme yazarı, edebiyat eleştirmeni, düşünür, kıymetli Veysel Çolak Ağabeyim bu haftaki söyleşi konuğum. Kendisini, şair-yazar, dostum-ağabeyim Adil Okay aracılığı ile tanımıştım. Kitaplarıyla tanışmama vesile olmuştu. Şiir üzerine yazdığı tanımlamalarla yüreğimi beslemeye çalıştım. Söyleşi teklifimi kırmadığı için ben ve Özyurt Gazetesi okurları olarak yazar-şair Veysel Çolak’tan öğreneceklerimiz adına şanslıyız.
Nebih Nafile
-
Heykeltraş bir dostum bizi kıskandığını çünkü malzememizin nicelik olarak “çok hafif” olduğunu söylemişt: Kâğıt ve kalem. Şimdi bunlara bilgisayar eklendi. Onlar ise taş taşımakta, taş yontmakta. Peki mekân? Mekânın ve ekonomik koşulların yazın üzerinde ne gibi etkileri olabiliyor?
-
Sanat disiplinlerinin kullandığı araç gereçleri karşılaştırmamak gerek. Bu bağlamda bir tartışmanın da sanata hiçbir yararı olamaz. Alçının, çamurun, mermerin, demirin, bronzun, taşın olduğu günlerde de kâğıt yoktu, kalem yoktu.
Edebiyatçıların ekonomik olanaklarının az olması da yazma bağlamında belirleyici değil bana kalırsa.
Mekân önemli elbette. Hiçbir olay, olgu, durum ve nesne mekândan bağımsız değildir. “İnsan yaşadığı yere benzer” diyor ya Edip Cansever. Ben de öyle düşünüyorum. Mekân toplumsal yaşantıyı çağrıştırır, öbür insanlarla ilişkileri içerir, üretimin işleyişini gösterir. Mekân sanatsal ürünlerin, özellikle roman ve hikâyede temel öğelerden biridir.
-
Edebiyat alanındaki tekelleşme ve taşra – merkez tartışmaları devam ediyor. Hatta kimi dergiler bu konuyu dosya olarak işlediler. Taşrada yaşamanın ve/veya varsa edebiyat tekellerinin yaratıcı yazarlığı körelttiği söylenebilir mi?
-
Yakın geçmişte taşradan söz edilebilirdi. Gazeteler bile birkaç gün gecikmeyle ulaşırdı taşranın birçok yerine. Dergilerin gelmesi on beş günü bulurdu. Şimdilerde, bu dijital çağda taşradan söz edilemez artık. Herkes istediğinde, aynı anda her kültürel nesneye ulaşabiliyor. Bugün gettolar var. Küçük gruplar bunlar. Oluşturdukları dünyada şiirlerini yazıyor, dergilerini çıkartıyorlar. Hiçbiri, bir diğerini izlemiyor. Doğru düzgün edebî tartışmalar da yok. Kimsenin şiir bilgilerini, estetiği dert edindiği yok. Kurumsallaşmış dergiler de kadro adı altında gettolaşmış durumda. Durum bu aslında. O dergilerde yer alamamanın taşra olgusuyla bir ilişkisi yok. Bugünün koşullarında taşradan söz edilemez düşüncesindeyim. Taşra şudur: Taşra, yeteneğin bittiği yerdir!
-
Hocam, yarım yüzyıldır Türk edebiyatına özellikle Türk şiirine nefes aldıran şair ve düşünürlerimizden birisiniz. Şiirleriniz, düz yazılarınız, hazırladığınız yıllıklar bizim için hazine değerinde. En son Hayal Yayınlarından toplu şiirleriniz iki cilt olarak yayınlandı. 50 yıl sonra geldiğiniz noktada hâlâ toplum / toplumsallık / gerçekçilik diyor musunuz? Malum son zamanlarda “çoklu gerçekçilik, post gerçekçilik, imgesel gerçekçilik…” gibi arayışlar / kavram tartışmaları var. Elbette romantik akımın sona ermesinden bugüne tüm akımlar “gerçekçilik” kapsamında sayılabilir. Sürrealizm, Dadacılık, toplumcu gerçekçilik gibi. Enver Topaloğlu’nun sizinle yaptığı, Duvar gazetesinde yayınlanan söyleşide konuya değinmişsiniz ama ben yine de genç okurlar için açmanızı rica ediyorum.
-
Belki mümkün değil ama şiir de buğday kadar yararlı olmalıdır. Şiirin ufkunda birey vardır, şiir o bireyi yaratmak için yazılır, yazılmalı. Böyle olduğu için şiir de, doğal olarak toplumsal / toplumsalcı olacaktır. Yoksa sahici bir şiir yazmak olanaksızlaşır.
Ben toplumdan yalıtık şiirlerin çok uzağındayım. Hayatın kurgusu, hayatın gerçekliği, şiirin de kurgusu ve gerçekliğidir bana kalırsa. Diğer yönelimler toplumsal yaşantıyı dışladığı oranda şiir sanatından da uzaklaşıyorlar. Biçim oyunlarına, belirsizliğe, yabancılaşmaya dönüşüyor yaptıkları. Şiir kültürel bir besin olmaktan çıkıyor. İnsana, insanlığa yararı olamayan hiçbir şey benim için bir değer taşımıyor.
-
Okumak ve yazmak arasında nasıl bir gelgit yaşıyorsunuz? Sizin açınızdan okumak mı yoksa yazmak mı önceliklidir?
-
Okumadan yazılabileceğini düşünemiyorum. Yazmak isteyen, durmadan okumak zorundadır. Hiç okumadan yazanların kalıcı, insanların hayatını değiştiren yapıtlar oluşturabileceğini de düşünmüyorum. Yazan kişi okumalı ki yapılanları öğrenip ne yapması gerektiğini anlayabilsin. Okuyacaksınız ki ne yazacağını düşünebilesin.
-
Yarım asırlık yazın serüveninizde, ilk dönemdeki heyecanı koruyor musunuz?
-
Bugün, ilk yazmaya başladığım günlerdekinden daha çok çalışıyorum. Daha çok düşünüyorum. Yazmayı, toplumsal bir sorumluluğun yerine getirilmesi olarak görüyorum. Bendeki işleyişin heyecanla ilişkisi yok.
-
Kitap okumak, memleketimizde ciddi bir iş. Doktorumuz, öğretmenimiz okumuyor. Bu konudaki önerileriniz ne olabilir?
-
Ne yazık ki öyle. Türkiye’de kitap okunmuyor, şiir kitabı, neredeyse, hiç okunmuyor. Yapılan sosyolojik bir araştırmada Türkiye’de kitap ihtiyaçlar listesinde 283. sırada yer alıyor. Oysa beslenme, barınma ve giyinme sonrası 4. sıraya okuma gelmeliydi. Bu olmayınca, kültürel besinden payını alamayan birey ve toplum gelişemiyor. Bunun anlaşılması gerek ki insanlar okusun. Başka yolu da yok.
-
Antolojiler Türk Edebiyatına nasıl bir katkı sunabilir?
-
Seçki (antoloji) hazırlamak, bir ayıklama eylemidir. Eğer şiir bilgilerine yaslanarak, alabildiğine nesnel olarak bir çalışma yapılırsa hazırlanan seçki, elbette yararlı olabilir. Şiirin, tarihselliği içerisinde gelişimini gösterebilir. İnsanlara damıtılmış şiir örnekleri sunacağından, onları şiir sanatı bakımından besleyebilir.
-
Klişe olsa da sormak istiyorum. Sizi etkileyen, ilham veren ve başucunuzda yer alan yazar/lar ve eserleri paylaşabilir misiniz?
-
Ad vermek çok zor. Çünkü çok fazla önemsediğim kişiler. Beni etkileyen, eylemli kılan çok yazar var: Romancılar, hikâyeciler, denemeciler, sosyologlar, psikologlar, antropologlar, tarihçiler, coğrafyacılar, belgesel hazırlayıcılar… Zaten buların bütününden beslenmediğinizde yazdığınız şiir hep eksikli olacaktır.
-
Düşünmenin sınırları var mıdır? Son sorum: Yeni bir kitap çalışmanız var mı?
-
Düşünmenin sınırları var elbette. Ne kadar sözcük biliyorsanız o kadar geniş düşünürsünüz. Sözcükler olmadan olay, olgu ve durumlar arasında ilişki kuramazsınız, nesneleri niteliklerini irdeleyemezsiniz.