Kâinat sonsuz sayıdaki farklılığın bir arada yaşamasıdır. Dünyadaki tüm varlıklar farklılıklarıyla yaşama dâhil olur, doğal, toplumsal ve kültürel dengeyi tamamlar.
Ortak yaşam düzlemlerinin geliştirilmesi, toplumları, bireyleri ve bu arada karşı cinsler arasındaki ilişkiyi yakından ilgilendirir. Bize öyle geliyor ki bütün yaşamsal sorunlarımızın temelinde ziyadesiyle tıkanmış olan, geleneksel ilişki biçimleri yatmaktadır. Bu tıkanıklığın önünü açabilmek adına “kendi hayatıma ben hükmederim” modelinin önerdiği özgür ve demokratik ortak yaşam paydasına geçiş yapmalıyız.
Bireyin değişim ve dönüşüm hikayesi zihinsel düzeyde başlar. Gündelik yaşamın dönüştürülmesinde ifadesini bulan bu sürecin sınandığı alanlardan biri de özel yaşamlarımızdır.
Ortak yaşam paydasında bireysel kimliğimizi koruyabilmemiz hayati önemdedir. Tersi yaşam biçimleri, bireysel özgürlüklerimizin ve temel insan haklarımızın sınırlandırılması anlamına gelir.
Bu, her insan için eşit derecede ehemmiyet taşımaktadır. Kadının yaşam alanları, birlikte yaşadığı insanın kapsama alanı ile sınırlıysa, kendi ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz ve eşinin-sevgilisinin kendisine sunduğu imkanlarla yaşamını idame ettiriyorsa, burada özgün bir yaşamsal duruştan söz edilemez. Olsa olsa erkek merkezli düşünen ve yaşayan bir kadınlık gerçeği söz konusu olur.
Benzer sorun erkek için de geçerli. Kendi olma bilincini oluşturamamış çoğu erkeğin sınırlarının başlayıp bittiği yer eşinin-sevgilisinin kendisine çizdiği çerçeveden ibarettir. Baktığımızda sosyal çevresini dahi birlikte yaşadığı kadının bilinç düzeyine göre örgütleyen ve sürdüren erkek tipi görmekteyiz. Eğer karşı cinsle beraberliğinizi hayatınızın merkezine koymuş biriyseniz, siz kendinize ait değilsiniz demektir. Öyleyse, sahibinizin algı düzeyi ne ise sizin yaşam biçiminiz de odur. Bireysel ve toplumsal dönüşümlerin bu geleneksel beraberlik modelleriyle gerçekleşmesi ve bu temelde sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi mümkün değildir.
O halde modern-çağdaş ve her anlamda donanımlı birey modelini öncelikle kendi yaşamlarımızdan başlayarak hayata geçirmeliyiz ki, söz konusu modeli bir toplumsal ilişki biçimine dönüştürüp sağlıklı temellere oturtabilelim.
İlişkiler bizim aynamızdır. Bir adım daha ileri giderek şunu net söyleyebiliriz. Bizim kendimizle ilişkimiz karşı cinsle ilişkimizin niteliğini belirler. Bilinç düzeyimize göre bir beraberlik modeli yaratır ve ona göre bir ilişki yaşarız. Bunun özü ve boyutları ise bilinç seviyemize göre şekillenir. Buradan baktığımızda, geleneksel rollerden beslenen beraberliklerin demokratik ve eşitlikçi nitelikte olmasının mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda kadın erkek ilişkisine dayalı ortak yaşam normunun da özgür ve demokratik olabilmesi için, iki tarafın birbirlerinden bağımsız özneler olarak varlıklarını sürdürecek yeterlilikte olması gerekir.
Hangi cinsel kimliğe mensup olursak olalım kendimize özgü insan olma kimliğimizi kaybetmeksizin yaşadığımız beraberlik kişisel gelişim sürecimize ciddi bir ivme kazandırır. Arkadaş, eş, sevgili… Kimsenin kimseyi sınırlamadığı, sahiplenmediği, herhangi bir biçimde tahakküm altına almadığı, geleneksel rollerin dayattığı yükümlülüklerin baskın olmadığı, aksine bireylerin kendilerini özgürce yaşayabildiği birliktelikler dengeli ve sağlıklı bir geleceğin yapıcıları olabilir.
Ortak değerler ve amaçlar çerçevesinde bir arada yaşamak, kulluk boyutundaki bağımlılık ve eklemlenme ilişkisinin her türünü aşmak, günümüzün nitelikli ve sağlıklı yaşam arzusu ve arayışı olarak öne çıkıyor. Buna tekabül edebilecek tek model, aşk temelli demokratik-özgür ortak yaşam biçimidir.
SİZİ SEVİYORUM