Pazar yazısı

Beni hoş görürseniz, kimi pazar günleri bunu yapmak istiyorum. Yani, yazıma başlık koymadan, yalnızca “Pazar yazısı” olarak adlandırıp sunmak istiyorum sizlere.

Aslında belki de daha zor bu. Öyle ya; “Pazar yazısı”nın içine bir dünya sığabilir. Bu kez de benim boyumu aşabilir. Ben yine de denemek istiyorum. Her şeyin her gün biraz daha tersine gittiği bir Türkiye’de, ola ki iki gülücük iliştirebilirim yüzünüze…

Paramın olmadığı zamanları hatırlarım. Daha doğrusu, en çok hatırladığım şeylerden biri paramın olmadığıdır. Bir zamanlar Kocaeli’nin ve belki de Türkiye’nin en iyi para veren iş yerinde çalışıyor olmam bir şeyleri pek değiştirmedi. Öyle ahım şahım para kazanıp da “param var” diyemedim yani.

Param yok diye balık pazarına gitmese miydim?..

Gittim. Balıkları tepsilerde izlerken, balıkçının yanındaki limon satan vatandaşın;

“Evine limon al abiii.” demesini keyif yaptım kendime. Espri konusu yaptım, arkadaş sohbetlerinde sohbete çeşni olarak kattım..,

Benim bir savım var; iklim olarak dünyanın en etkileyici, en gizemli bölgesinde yaşıyoruz Türkiye olarak. Belki tümü denenmemiştir ama, Türkiye ikliminde olmayacak meyve yok. Bu nedenle, en çok görmek istediğim yerlerin başında manav tezgâhları ve pazarlar gelir. Yeşili, sarıyı, kırmızıyı, beyazı, turuncuyu, bir ressam titizliğiyle yan yana yakıştırılmış olarak gördüğüm pazarcı tezgahlarının başında, Türk insanının en yaratıcı yanını sergileyip sloganlarla mal satmaya çalışan satıcıların pratik zekâsı beni hem şaşırtır, hem de gururlandırır…

Son zamanlarda, gençlik yıllarımdaki futbol tutkusu depreşti sanırım. Fenerbahçeli yanım öne çıktı ve genç arkadaşlarla maçlara gitmeye başladım. Fener’in PSV ve CSKA maçlarına gittim. Her iki maçta da Fener’in galip gelmesi, tur atlaması, para kazanması, ülke puanını yükseltmesi oldukça güzeldi. Güzel olan bir başka şey daha vardı ya, önce Şükrü Saracoğlu’nu biraz anlatmam gerekecek.

Tam bir ustalık işi. Türkiye’nin yüz akı denebilecek bir mühendislik eseri. Müthiş de bir akustik oluşturulmuş ki; rakip takımın dizlerinin titrememesi olası değil. CSKA maçında da aynı oldu zaten.

Beşiktaşlılar hadi neyse de, bir kısım Galatasaraylı dost çok kızıyor Fener’e. İçlerinde öyleleri var ki, bir zamanlar;

“Fener’in Asala’yla maçı olsa ben Asala’yı tutarım”derlerdi. Aynı dostlar şimdilerde;

“Fener’in PKK ile maçı olsa ben PKK’yi tutarım” demeye başladılar.

Görmedikleri bir şey var ama; tam bir Galatasaray hastası olan babanın kızı olan, henüz ilköğretim çağındaki Ceren Erol babasına dikilip de;

“Demokrasiden söz eden sensin. Öyleyse bana baskı yapma, ben Fenerbahçeliyim” diyebiliyorsa, bazı şeyler değişmiş, ya da değişiyor demektir. Aferin sevgili Ceren’e ki, düşündüklerini söylüyor, söylemekle kalmayıp dirençle savunuyor…

Direnen çocuklarımızın geleceğimizi şekilleyeceğini sakın unutmayalım…

İyi bir Pazar diliyorum size…

Ruhan Odabaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir